Bu otobiyografik yazı herhangi bir resmî görüşü desteklemek için değil elden geldiğince objektif kalınarak sizlere sunulmaktadır. Atalarımızla övünmek çok kişide görülen bir davranış tarzıdır. Atalarını koşulları içinde değerlendirip hamasi yaklaşımlardan uzak durmak bir başka tutumdur.

Ailemle ilgili tanıtımlarda belgeye, bilgiye dayanmayı esas almaya çalıştım. Elden geldiğince empati kurmaya çalışarak zaman zaman kendimi Sovyet  askeri iken Almanlara esir düşen, esir düşmek le kalmayıp Alman askeri olan bu yüzden vatandaşlık haklarını kaybeden ve yıllar boyu vatan ve aile hasreti çeken babamın yerine koydum. Bazen kendimi kocası evden ayrılıp yıllarca dönmeyen üvey annemin yerine, bazen baba bir anne ayrı abilerimin yerine koydum. Bununla kalmayıp savaşta saf değiştirme gibi suçları takip edip bu suçu işleyenlere karşı tedbir alan Sovyet askerî makamlarının yerine koydum kendimi.

Kendim olmama ve kendi olmaya sıra çok geç geldi. Bazen yaşanmışlıklar çağlar öncesi kadar uzak, bazen daha dün olmuş gibi yakın geldi. 

Babam bu macerasında yalnız değildi. İşin içinde takımlar, bölükler, alaylar, ordular vardı. Rütbesizinden en üst rütbeye komutanlar vardı işin içinde. Sovyetleri oluşturan ruslar vardı. Onları “Almanlar kazanırsa Çarı yeniden iş başına getirip bu kızıl afetten kurtulacaklarına inandırılmışlardı.” Sovyetleri oluşturan Kırgız, Özbek, Dağıstanlı, Azerbaycanlılar vardı işin içinde. Onlar Almanlar kazanırsa otonomi kazmayı umuyorlardı. 

2. Dünya Savaşında ruzgarın yönünü değiştirmek isteyen,Türkiye’ den Berlin’e giderek Hitlerle pazarlığa oturan çevreler (Kişiler) vardı işin içinde. Önce ayağı yere değmeyen Almanları teskin edip onlara Sovyetlerin yalnızca Ruslardan oluşmadığını, askerler arasında Rus olsun Müslüman ve Türk olsun Stalin rejiminden rahatsızlık duyan aristokratların, elinden malı mülkü alınmış toprak zenginlerinin bulunduğunu, bunların Sovyetlere diş bilediklerini hatırlattılar. Tercüme büroları kurularak Sovyet ordusundaki Ruslara Rusça, Özbeklere Özbekçe, Kırgızlara Kırgızca, Azerbaycanlılara Azerbaycan Türkçesi ile seslendiler. Naziler tarafından 800 bin civarında gönüllü gönülsüz esir alındı. Bunların çoğu Nazi kamplarında açlıktan, hastalıktan, bakımsızlıktan öldü.

Ruslara esir olan İngiliz askerlerine her tür konfor sağlanırken Sovyet esirleri kitleler halinde ölüyorlardı. Çünkü sahip çıkanları yoktu. 

Azerbaycanlı, Dağıstanlı esirlerden Alman ordusuna katılım sağlandı. Artık esirlerin suçu esir düşme yasağını çiğnemekten çok fazlası idi. 

Savaş kaybedildiğinde Alman tarafına geçen Sovyet askerleri bir bir yakalanıp Sovyetlere teslim edildiler. Kendini kurtarabilen bazıları İsviçre’ ye sığınmayı başardı ve oradan Türkiye, Brezilya ve diğer birkaç ülkeye muhacerette bulunanların içerisinde Babam da vardı.

Babam çeşitli zorluklarla Türkiye’de Kars’a gelerek manav olarak iş kurdu.  Annemle ( Zeynep ile) evlenerek kendine yeni bir yaşam kurdu. Türkiye’nin en sınır bölgesinde iskan edilmeyi seçmiş, kulağı Bakü radyosunda, memleketten gelecek bir çağrıdaydı. Hasretini kavalına üflüyor, memleket hasreti ile çaldığı parçalar dinleyenleri de duygusallaştırıyordu. Aklı hep ülkesindeki Qriz de kalan ailesinde, işine hiç odaklanmadan geçirilen yılların bir bölümü sonrası SSCB’de yasakların kısmen kalktığı  1960’ yıllarda ilk mektuplar, ilk haberleşmeler başladı. Fotoğraflarla oradakiler bizi, biz onları tanıdık. Mektuplar birbiri ardınca gidip geldi. Babamın, babası, annesi kız kardeşlerinin bazıları ve daha birçok kimse 2. Dünya Savaşının hırpalayıcı günlerinde haytalarını kaybetmiş, Qriz deki hanımı çocuklarının başında durmuş onları büyütmüş, ekmek sahibi etmişti.

1981’de Babam Gülbala, 1941’ de ayrıldığı ülkesine nihayet gidebildi. Yıllar yılları kovalamış Qriz de bıraktığı Oğulları dede olmuştu. Brejnev döneminde soğuk savaşın etkileri halen devam ediyordu. Babamın fazla kalmasına izin yoktu. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen süre sonunda bin pişman Türkiye’ ye dönmüştü. 1991’ de tekrar yollara düştü. Bu defa köprülerin altından çok sular akmış, Sovyetler dağılmış, Azerbaycan Bağımsız Devleti kurulmuştu. Artık vize vs. istenmedi kendisinden ve hasret kaldığı topraklarında Qriz’de 1993 yılı 23 Eylülünde geçirdiği rahatsızlık sonrası vefat etti ve hasret kaldığı Qırızda defnedildi.

Ben Babamın vefatından bir yıl sonra, 1994’te yalnız olarak Azerbaycan’da topraklarımıza Qriz’e gittim., 2008’ de ablam, 2013’ te eşimle olmak üzere 7 defa babamın köyü olan Qrız kentine gittik. Qrız’deki ailemizden Türkiye’ye  gelenler oldu. Türkiye’ye okumak için gelenler de oldu. Türkiye onların ikinci vatanı, Azerbaycan bizim ikinci vatan olmuştur.

Yaşamım, eğitimim ve öğretmenliğim zorluklarla geçti. Annem vefat ederken babamın ismini sayıklayarak ruhunu teslim etti. İçimizi Azerbaycan’da Guba’nın Qriz köyü yakarken ata yurdumuzu hiçbir zaman unutmadık. Öğretmenlik görevim den emekli olurken, İzmir’i akrabalarımın çoğunlukta olması sebebiyle seçerek yerleştim. Halen izmide oturmaktayım, yüreğim Azerbaycan’da, Qrız’de. Azerbaycan’la ilgili Lezgi yaşamı ve kültürü ile ilgili araştırmalar ve cevriler yaparak kültürümüze katkı sağlamaya çalışıyorum.

“Azerbaycan’ın kederi kederimiz, sevinci sevinçimiz olarak “Bir Millet İki Devlet” şiarı ile yaşıyoruz.

Abdullah Kubalı Türkiye-İzmir